Bir kış masalı
Mektub 1
Güneş açtı şimdi, yeni bir gün. Yeni bir gün şimdi, yeni bir acı...
Geleceği parlak mı düşünürsünüz? Yoksa her bir adımda solup giden bir ışık mı?
Bir aşkın, bir acının, bir umutun ve bir yok oluşun hikâyesi bu; sonu bitmemiş ve bilinmeyen... Bir korku bu.
İndi uzak ve yüksek o dağlardan ve şimdi karıştı insanlar arasına, sesleniyor. "Dostlarım" diyor henüz tanımadıklarına, ancak tanıyacaklarına. Tanıyacak teker teker ve sonunda tekrar dönecek dağlarına.
"Hayata atılmışız hepimiz, dostlarım, ve şimdi yaşıyoruz. Uzaklardan geldim ben, yalnızlığın dağlarından... Ve soruyorum size: 'Var mı bilen cevabını bu rüyanın?'"
Ne gariptir değil mi, gördüğümüz rüyadan uyanana kadar onun bir rüya olduğunu bilmeyiz? Bazen merak ediyorum... Ya aslında şu an bile rüya görüyorsak? Ancak bu, daha gerçekçi bir rüyaysa? Her neyse, zihnimi böyle cevabı bilinmez teorilerle bulandırmak istemiyorum. Bana katılırsın diye düşünüyorum, sonuçta kim cevap verebilmiş ki bu tür bir soruya? Yıllardır dilimizde dolanıyor...
Tanrı'nın sessizliği bize belki de daha çok şey anlatıyor.
Garip bir rüyadan uyandım işte, yine gerçeklikten koptum.
Şu mektup işine başlamak beni gerçekten biraz olsun mutlu etti, biliyor musun? Beni reddetmeyip mektup göndermeme izin verdiğin ve hatta okuyacağın için teşekkür ederim. Yalnızlığımdan daha önce de bahsettim ve aynı meseleden ötürü artık yazılar yazıyorum. Çünkü konuşacak birisi yok. Biraz delirdiğimi bile düşünüyorum; kendi kendime konuşurken gülebildiğim bile oluyor. Garip, ancak bir o kadar eğlenceli bir şey... Kendi kendime yetebilmek bir yandan hoşuma gitse de, bir yandan da acınası hâlde oluşuma üzülüyorum. Anlarsın ya, bu kadar yalnızlık fazla.
Ve benzer nedenlerden dolayı çok fazla konuşur ya da çok karışık anlatırsam lütfen kusuruma bakma. Bu tür ilişkilerde iyi değilim. İki kelimeyi bir araya getirip karmaşık olmamasını sağlamak oldukça zor.
Tüm gün odamda, kendime şu cümleleri tekrar ederek geçiriyorum: "Şunları yapabilirsem hayatım daha iyi olacak... Ancak iradesiz bir tembelim." Bana şimdi tembel olmadığımı söyleyebilirsin, ancak maalesef öyleyim. Beni tembel göstermeyen her şey, aslında kendimden ve günümden kaçmak için yaptığım şeyler ya da sadece zorunda olduğum için yaptığım şeyler. Aslında çoğu zaman sadece arkadaşlarımla vakit geçirmek ve güzel bir hayat yaşamak istiyorum.
Bir yandan, bunu herkes istiyor olabilir. Günümüzde sosyal medya bizi öyle bir çukura itti ki, bu çukurdan çıkması zor. Birçoğumuz burada olup bitenlerin yalan olduğunu ve aslında tembel olduğumuzu açıkça bilsek de yine de bundan kurtulamıyoruz. Bana sorarsan, bunun sebebi aslında başkasına ihtiyacımız olduğu düşüncesi olabilir. En azından benim için öyle. İnsan sosyal bir canlı... Sosyal medya uygulamaları bizi öylesine bağımlı hâle getiriyor ki, yalnız yaşamak insanı derinden sarsıyor. Ve emin ol, yalnız olduğumuz için bu zehirli suyu bilerek içiyoruz.
Bir yandan, başka şansımız yok gibi düşünüyoruz. Biraz da tembeliz... Yaşadığımız bunca zorluk arasında kendimizi daha fazla yormak istemiyoruz. Bir şekilde gerçek dostu, gerçek aşkı bulmak istiyoruz ve birçok şeyden ancak böyle kaçabiliyoruz. Hayatımızda vakit ayırdığımız şeyler öylesine düzensiz ki, bunu düzene sokmak her seferinde zor oluyor. Hatta hayatı nasıl yaşayacağımızı bile bilmiyoruz. Kendimize güvenemediğimizden dolayı ya hiç uğraşmıyoruz ya da bir süre sonra pes ediyoruz. Tembeliz ve bunun suçlusu biziz... Ancak yine de, en başında bize bu yalnız ve zor hayatı veren her kimse, o da suçlu.
Yani, evet, ben tembel birisiyim. Güne geç başlar ve günümü geç bitiririm. Biraz da kararsız birisiyim. Emin ol, çoğu zaman ne yapmam gerektiğini bilmeden birçok şey yapıyorum. Bazen de farkında olsam bile aniden verdiğim kararlarla kötü sonuçlara yol açabiliyorum. Ancak bir o kadar da her şeyi düşünüp kafamda planlıyorum.
Beni tanıman biraz zaman alabilir. Tam beni tanıdığını düşündüğünde, aslında hiç tanımadığın bir yanımı görebilirsin. Değişik birisiyim işte. Az önce ağlarken şimdi gülebilirim. Bu nedenle beni yargılama. Ben de düz birisi olmak isterdim belki, ancak huyum kurusun ki huyum bu.
Ve mektuplarımda birçok zaman bazı şeyleri eleştirdiğimi fark edebilirsin. Bu nedenle her şeyden şikayetçi olduğumu düşünmeni istemem. Tekrar kararsızlığıma döneceğim çünkü karakterimde bunun olduğuna eminim. Benim hayattan hiç zevk almadığımı, kötü bir hayat geçirdiğimi, mutsuz ve umutsuz olduğumu düşünebilirsin... Ancak bunun tam tersi de var.
Garip bir şekilde, her şeyi ya aynı anda ya da farklı zamanlarda çok yoğun yaşıyorum. İki tren hattı arasında gidip gelen bir tren gibi... Ve bazı zamanlarda ise duraklarda dinlenip tekrar yolculuğa devam ediyorum.
Her ne kadar bu yolculuğa her koşulda devam etmem gerekse de, beraberimde yolcu taşımayı da istiyorum. Ve bu nedenle şimdiden sana bunları söylüyorum ki, soğuk mevsimler geldiğinde karları küremeye hazır ol
Mektup 2
Tanrı unuttu bizi.
Biz ise unuttuk geçmişi.
Lanet bir söz mühürlendi,
Unutturmak için.
Bazıları tanrıyı unuttu,
Hepimiz ise hatırayı.
Ve bir göl,
Bulanık kaldı,
Berrak olmak için.
Bir ormanda, bir dağın ormanında bekledi insan, bekledi ki yanıldı. Sandı ki O -Hakikat- vardı bir toprağa hatta suya gömülü, Narcissus'un gizli sandığı -hakikatın sandığı-. Yanıldı insan tekrar ve tekrar. Kayboldu insan ki gitti tanrı. Tanrısız insan kaldı.
Tanrı gitti,
Biz kaldık,
Ve lanet fısıldadı,
Uyutmak için.
Bazıları uyandı,
ardında ise delirdi.
Ve bir ses,
Bulanık kaldı,
Berrak olmak için.
Tanrısız kaldı insan, Zamansız kaldı insan. Bir lanet geldi beraberinde -bir ninni- uykusuz kaldı insan, ve uyudu.
Vates Orathis buyuruyor şimdi: uykunun laneti, hakikatın uykusu yaklaşıyor üzerimize. Bir tufan misali önce saracak ki olmayacaksınız farkında ta ki uyanana kadar sonrasında diyeceksiniz var orada bir deli!
Divina Oratio 1:1
Benim deli olduğumu falan düşüneceksin herhalde, değil mi? Bu yazıda ne falan diyeceksin, zaten şu devirde mektuplaşmamız yetmezmiş gibi, bir de nereden geldiği belirsiz bir metni yazıyorum sana.
Tamam, tamam, buna izin vermeyeceğim. Mektuplaşıyorsak buna devam etmeliyiz, hem seninle, bu yüzden bunu yapıyorum. Beni dinleyeceğini bildiğim için.
Bu kutsal bir kitap; Kuran, İncil ya da Tevrat gibi ama onların aksine, dünyayı düzene sokma çabası, tanrıyı/tanrıları yüceltme çabası bile yok; aksine, okuduğun üzere "Tanrı gitti" diyor. Bildiğim kadarıyla kitabın adı Divina Oratio, kutsal söylev gibi bir şey. Orathisler yazmış aslında, kaç kişi olduklarını bilmiyorum ama bana kalırsa bu bir grup, tıpkı antik zamanın ilk filozofları gibi, ancak oldukça eskiler. Kullandıkları dil şiirsel ve özel kuralları var gibi ve türün adı ise Oratium. Bunları biliyorum çünkü defalarca okudum. Karşıma nereden, nasıl ve niye çıktı bilmiyorum ancak gerçekten bazen doğruyu söylediğini düşünüyorum. Belki kutsal değildir ancak bence gerçeklik payı oldukça yüksek.
Biraz etrafına baksana, herkes uyuyor, otomatik hayatlar yaşıyorlar. Hey, şey birbirinin aynısı ve herkes birer kopya aslında. Bu sadece insanlarla sınırlı değil; bir şekilde yeni bir şey üretmeyi unutmuşuz, adeta bir şeyi nasıl üretiriz, bilemiyoruz.
Geçmiş oldukça çetrefilli, zaman algımız oldukça garip. Bazen düşünüyorum ki zaman, resmen tanrı. Zaman çok garip bir şey, tanımlamak oldukça zor ancak buna ihtiyacımız var, aynı derecede bir çoğumuzun canını da yakıyor. Zamanın durmasını istediğim birçok an var ancak bütün bu anlarda zaman bana inat akmaya devam etti. Evet, kesinlikle zamanla yaralar iyileşiyor, ancak öyle zamanlar geliyor ki bu iyileşme bile acı verici olabiliyor. Çok sevdiğin kişilerin zaman içinde hayatından çıkıp gitmesini öylece izliyorsun, elin ve ayağın bağlı.
Hiçbir şey net değil, hep bir belirsizlik, hep bir karanlık var. Işığı açmak istiyoruz ancak bir o kadar bunu istemeyen ve engel olan kişiler var; aslında bu kişilerin var olduğu bile belirsiz. Böyle bir belirsizlik bu, anlaması imkansız. Ne kadar beklersek bekleyelim, bu su berraklaşmayacak, bilemeyecekmişiz, bizden saklanıyormuş gibi geliyor.
Bütün kavgalar bu yüzden değil midir? Belirsizlik bozar her şeyi, büyük bir yapbozun eksik bir parçası gibi, ancak daha çok büyük bir yapbozun doğru tek parçası gibi.
İster istemez hepimiz korkuyoruz ve yanılıyoruz bu belirsizlikten, doğru bildiğimize inanıyor ve genelde kolaya kaçıyoruz -neye inandığımızı bilmesek bile-.
Çok kavga ettim ben doğrucularla, bu yüzden yalnızım belki? Geçmişte benim de onlar gibi olduğum zamanlar olduğu için bazı davranışlarını anlayabiliyorum, sonuçta ben de öyle davranmıştım. Ve şunu da biliyorum, onlar inandıkları doğrulardan asla vazgeçmezler. Bunun sebebi korkudur ve bir ton diğer duygudur. Kimse yanılmaz istemez, onlar da bu nedenle bu duygularla yüzleşmez. Onların gözlerinde ben cahil, yoldan çıkmış, yola konması gereken birisiyim. Onlar ise, benim gözümde, korkak mutlulardan başkası değil. Karşılıklı bir takım duygularımız var, anlayacağın.